Yazının başlığı ilginç diye düşünüyorum.
Bu amansız dert değil konum. Ama bağlantılı...
Bundan yaklaşık 2-3 sene önce çalıştığım özel öğretim kurumunun kendi öğrencileri arasında düzenlediği Türkiye Geneli Hikaye Yarışması jüriliği ve editörlüğünü yaptım.
Kuruma kayıtlı olan ortaokul ve lise öğrencileri GELECEK ile ilgili bir hikaye yazacaklar ve sisteme yükleyeceklerdi. İlk kontrol sorumlusu olarak görevim, gelen bütün hikayeleri okumak ve içinden en iyi 50 tanesini seçip, bir üst değerlendirme kuruluna göndermekti. Onlar da bu 50 hikayeyi kendi arasında sıralayıp genel dereceyi belirleyecekler ve belirlenen genel derece sıralamasına göre bu hikayeler kitaplaştırılacaktı. Her ne kadar yorucu bir iş olarak gözümde büyüse de çocukların zihninden dökülecekleri merak ediyordum.
Süre dolup sistem kapandığında bana gerekli şifre verildi ve hikayeler benim ekranıma düşmeye başladı. Tabi az önce bahsettiğim merak ve heyecandan eser kalmadı:
2200 küsür hikaye vardı sistemde! Sürem oldukça kısaydı. Başladım okumaya...
Okudukça heyecan, istek, arzu, merak yerini sinir, umutsuzluk, karamsarlık ve yorgunluğa bıraktı.
Hikayeler sanki tek elden yazılmış gibiydi. Hepsi birbirine benziyordu. Sanki biri oturmuş birbirine benzeyen, konusu aynı ama cümleleri farklı 100 tane hikaye kurmuştu. Metinler birbirine karışmaya başladı. Yeni okuduklarımı daha önce okumuş hissine kapılıyor ve öncekilere dönüp kontrol etme ihtiyacı hissediyordum. Arada özgün olanlar çıkıyordu elbette. Onları ayıkladığımda kalan hikayelerin tek bir teması vardı:
KANSER!
Ya hikayenin kahramanı, ya da kahramanın ailesinden biri mutlaka kansere yakalanıyordu. Sonrası tamamen türk filmi ya da türk dizisi kıvamında... Araya bazen trafik kazası da karışıyordu. Ya da başka bir hastalık. Yani gelen 2200 hikayenin yüzde sekseni kötü sonla bitiyor, kötü sonla bitmese de içinde hep korku dolu olaylar yer alıyordu.
Düşünsenize...
Yaşları 10 ile 18 arasındaki gençlerden yarınları, geleceklerini düşleyerek bir hikaye yazmaları isteniyor ama onlar umutlarını, hayallerini, hedeflerini yazmak yerine sürekli korkunçlu ve umutsuz metinler yazıyorlar. Aslında buradan ülke gençliğinin panoramasına ulaşılabilir.
Peki bunun nedeni ne? Neden çocuklarımız bu kadar umutsuzlar?
1-) Bilinçaltı : Çocuklarımız artık boğazlarına kadar teknolojiye batmış durumdalar. Vakitlerinin çoğunu televizyon ve internetle geçiriyorlar. Türk televizyonlarında, Türk filmlerinde ağlamayan bir tane karakter gördünüz mü? Her dizide, filmde bir yoğun bakım / elektroşok / hastane / vurulma / kaçırılma sahnesi yok mu? Her akşam bu vahşi duygular bombardımanına maruz kalan bir bilinçaltından ne çıkacak ki zaten!
2-) Ülkece gerçekten ümitsiz durumda oluşumuz ve bu genel mutsuzluk halinin sanki şehir suyuna karıştırılmış gibi, fabrikaların bacalarından atmosfere karışır gibi ciğerimize işlemiş olduğu gerçeği.
3-) Ekşi Sözlüğün önemli yazarlarından "skeptico" bir ara çok güzel bir yazı yazmıştı. (Yazıyı her platformdan kaldırdığı için bulamadım) Hayatın aslında çok güzel olduğunu, bizi umutsuzluğa sürükleyen "üçüncü sayfa haber" furyasına konu olan olayların geçmişte çok daha fazla olduğunu, şimdi ise gelişen medya ve sosyal medya yüzünden çok daha fazla bu tarz haberlerin gözümüze sokulduğunu yazmıştı. Bunda biraz "klavye duyarcılığı"nın rolü de var. Artık en ufak bir olumsuz haber saniyesinde arş-ı ala'ya kadar çıkabiliyor. E haliyle hergün bu haberleri okumak bilinçaltımıza olumsuz sinyaller gönderiyor.
4-) Gençlerimiz artık herhangi bir konu araştırmak istediğinde google'a yazmak yerine youtube'a yazıyorlar. Yani okumadan, zorlanmadan, emek vermeden, zihinlerini yormaya dahi gerek duymadan kulaklıklarını takıp, arkalarına yaslanıp öğreniyorlar. Halbuki bizim öğrenme aşamamız çok daha farklıydı:
- kütüphaneye git
- doğru kitabı bul
- doğru yere bak
- not çıkar
- eve gel
- temize geç
Hal böyleyken bizim jenerasyonumuzun hazırcılığı ile günümüz neslinin hazırcılığı arasında bile dağlar kadar fark varken, orijinal hikayeler çıkmasını beklemek çok da doğru değil.
Neticede 2200 hikayeyi süresinden önce okudum. Çünkü içinde kaza, kanser, tümör geçenleri okumadan eledim. Aslında ilk 50'nin içinde bile kaldı bir iki adet kanserli hikaye. Ama onlara da anlatım tarzları ve kurdukları olağanüstü cümlelerin hatrına yaptım bu kıyağı.
Artık hikayeler kansersiz yazılsın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder